6 Ocak 2011 Perşembe
Öylesine...
Öylesine özledim ki seni, anlatamam, hatta anlatamıyorum hatta o yüzden gözlerinin içine bakıp söylemek yerine burada yazdıkça yazıyorum özlemimi. çünkü biliyorum ki, sen beni; benim seni sevdiğim gibi ne de benim seni özlediğim gibi özlüyorsun; abartıyorsun de, nerden biliyorsun de, önyargılısın de, aman ne dersen de sonuç olarak ben seni çok özledim ve hala çok seviyorum seni. Düşünüyorum da en son konuşmamızda, nasıl oldu da konuşabildim, düşünmeden, korkusuzca... Oysa sen yanımdayken hep bir şeyi söylemeden önce en az dört kere düşünüp öyle söylerdim, öyle söylerdim ki dudaklarımla dilimle değil gözlerimle gözlerine söylerdim tane tane ve her gözlerim gözlerine değdiğinde kalbimde bir daha ve bir daha deprem olurdu. hani o son konuşmada, seni kaybedemem sen benim dostumsun dedim ama sen benim dostumdan da fazlasıydın, keşke hep öyle kalabilseydin, dostum değil ruhumun sahibi olarak devam etseydik... (not: bu yazıyı okuyan arkadaşlarım, bunu sizler için değil kendim için yazdım, düzen ve benzeri dil ve mantık kuralları aramayın lütfen çünkü içimden ne geldiyse onu yazdım...)
4 Ocak 2011 Salı
Yâr
Her şey bir silüet ile başladı, sonra o silüetteki bir çift gözün gözlerime değmesiyle takip etmeye başladı. Ne oluyordu bana, sürekli içim; kalbim kıpır kıpırdı... Onu göremeden yapamaz olmuştum, çünkü kalbimim o tatlı ve bir or kadar da heyecanla titremesi hoşuma gidiyordu. İlk kez yaşıyordum böyle bir şeyi. Onunla tatlı sohbetlerimiz, şakalaşmalarımız hatta tartışmalarımız bile o kadar tatlı geliyordi ki içime! Artık içimdeki bu anlayamadığım hisler, titremeler neydi tanımlamak istiyordum, kalbimin zangır zangır titremesine rağmen beynim de kendimi sorgulamadan duramıyordu bir türlü... Aşk mıydı bu; aşk ise, karşılıklı olması gerekmiyor muydu; ki onda aynı heyecan onda yoktu bunu biliyordum. Sevgi ise; neden bu denli bir sevgiydi bu, neden başka birine bu şekilde sevgi dolu değildim? Belki de bu: bazılarının söylediği gibi plotonik yani karşılıksız bir aşırı sevgiydi; hatta bazılarının değimiyle "Başkasının sarısını yerken, benim kabuğuna bakmakla yetindiğim". Günler bu şekilde devam ederken; bir silüetten, bir çift gözden daha fazlasını ifade edenle tanıştım. Çok ama çok daha farklı bir şeydi bu; aynı şekilde sohbet edebildiğim hatta içimdeki hareketleri bile yatıştırabilen, beni sakinleştiren bir şeydi: o da "Yazmak" idi. İlk önce biraz zor da olsa şiirle başladı bu serüven; içimdeki her şeyi rahatça anlatabildiğim, kelimelere döktüğüm yer ve hatta sanki dostlarınla tabu oynuyormuşçasına kelimelerle oynuyorduk karşılıklı olarak. İlk önce içimi ben döküyordum ona kelime kelime, satır satır; daha sonra tekrar okuduğumda ise o bana anlatıyordu içindeki sıkıntıları... Sanki birer sırdaştık; içimdeki bütün yaraları, aşkları, sevgileri her şeyi bir tek ona anlatabiliyordum, o da beni sakince ve anlayışla dinliyordu... Artık yazılarımda hep ondan bahsediyordum şiirlerime; onu seviyorum, ne olur o da birazcık beni sevse ve bunların farklı bütün kombinasyonlarıyla başlıyordum anlatmaya biricik sırdaşıma... Günler, aylar ve yıllar geçti; şimdi daha iyi anlıyorum gerçeğin ne olduğunu; aslında ben ne bir cana ne bir yüze ne de bir çift göze aşık olmuşum ki, aslında bunlar sadece gerçek aşkımla sohbet konularımız olan ufak tefek şeylermiş ve gerçek aşkım yani yarim kağıt yârenim ise kalemmiş. Belkide çok geç fark ettim, bu kadar yalnız kalmazdım bu kadar gecikmeseydim, belki de yâr'im ile yâren'im kurtadı beni gelip geçici şeylerden, bilemiyorum... Ama biliyorum ki, her zaman oralarda bir yerlerde bir silüet olacak, benim ona baktıkça ilham alacağım ve biliyorum ki her zaman beni dinleyecek bir dostum olacak ve yazıyorum ki aşkımın sonu olmayacak!!!...
Bir Derdim Var...
Satırlarıma başlamadan önce Mel'e teşekkür etmek istiyorum, biraz sonra yazacaklarımı onun bir yazısından esinlenerek yazıyor olacağım...
Kendinle, kendimle, kendimiz ile bir derdimiz var! Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok, şimdi eğri oturup doğru konuşma hatta sorgulama zamanı... Görüyoruz ki herkesin bir derdi var, peki ya bu kiminle? etrafındakilerle mi, kendiyle mi yoksa yukarıdaki bizi sürekli izleyen ve Sims oynar gibi bizi yöneten arkadaş ile mi? Kaldı ki, onunla bile olsa problemimiz yine dönüp dolaşıp bize gelecek kendi dertlerimiz...
Bazıları aşk acısı çeker, bazıları aşkın peşinde gittikleri yolda sürekli takılıp düşmekten dert yanar, kimileri dünya derdiyle yani okul, iş, aile ve bu şekilde uzayıp giden bir liste ile... Bütün bunların ötesinde, insanlar düşmekten problem yaşamaktan, düştüğü yerden kalkamamaktan ya da bu listedekileri aşamamaktan dert yanar. Oysa ki, her şey insanın kendi elinde değil mi? Kişi istedikten sonra aşamayacağı dağ, atlayamayacağı engel var mı? Bence yok, tek sorun yöntem bulamamakta yahut yöntemini uygulayamamakta... Örneğin, çoğumuz sigara içiyoruz ve rahatsız olmamıza rağmen bırakamıyoruzi, peki ya neden bırakamıyorsun diye sorduğumuzda alışkanlık, dudak alışkanlığı, tiryakiyim ben ve kardeşim ben bu zıkkımı severek içiyorum gerekiyorsa 10 yıl erken ölürüm diyebiliyoruz. Bir sigara için ölümü bile göze alabilirken bu kadar kolayca; bir derdi aşmayı göze alamıyoruz. Sevdiklerimize sabır göstermeye bile tenezzül edemezken, en ufak bir çıkar çatışmasında ömürlük dostlarımızı bile bir kalemde silip atabilen bir yaşam formuyuz bizler...
Bütün bu içsel ve dışsal sebepleri nasıl aşabiliriz ki! İlla dünya derdini veya bütün problemleri aşabilmek için bir Mevlana, bir Hayyam, bir Şems mi olmak gerekli; bütün dünyadan uzaklaşıp sadece kendinileri maneviyata mı adayarak aşabiliriz? Sizlere soruyorum! Bana kalırsa onların işi bizlerden daha kolaydı, sadece ilk başta kendilerini kapatırken dergâha zorlandılar ama ondan sonra dünya adına yiyecek ve içecek dışında dünyalık bir durumları yoktu ki; varsa yoksa Allah ve İnançları ayrıca felsefeleri, mistik akımları... Herşeye rağmen, bizler daha zor bir konumdayız çünkü dünyanın getirdikleri karşısında: dünyanın içinde olmadan edilgen değil etken olmadan yaşamak, karnımızı doyurmak, sevdiklerimize ulaşmak gerçekten zor... Fakat zor diye de yapılamaz imkansız anlamı da vermez ya, topluluklar içerisinde insanın kendi dünyasına bir anda uçabilmesi, kendini sorgulaması ve dertlerini çözebilmesi bu kadar zor olamaz; zor olsa bile bunun insana verdiği haz bence o kişilerinkinden daha fazla olacaktır, buna tüm kalbimle inanıyorum. Ve inanıyorum ki; insanoğlu bunları yapabildiğinde ne derdi kalacaktır ne de tasası...
Kendinle, kendimle, kendimiz ile bir derdimiz var! Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok, şimdi eğri oturup doğru konuşma hatta sorgulama zamanı... Görüyoruz ki herkesin bir derdi var, peki ya bu kiminle? etrafındakilerle mi, kendiyle mi yoksa yukarıdaki bizi sürekli izleyen ve Sims oynar gibi bizi yöneten arkadaş ile mi? Kaldı ki, onunla bile olsa problemimiz yine dönüp dolaşıp bize gelecek kendi dertlerimiz...
Bazıları aşk acısı çeker, bazıları aşkın peşinde gittikleri yolda sürekli takılıp düşmekten dert yanar, kimileri dünya derdiyle yani okul, iş, aile ve bu şekilde uzayıp giden bir liste ile... Bütün bunların ötesinde, insanlar düşmekten problem yaşamaktan, düştüğü yerden kalkamamaktan ya da bu listedekileri aşamamaktan dert yanar. Oysa ki, her şey insanın kendi elinde değil mi? Kişi istedikten sonra aşamayacağı dağ, atlayamayacağı engel var mı? Bence yok, tek sorun yöntem bulamamakta yahut yöntemini uygulayamamakta... Örneğin, çoğumuz sigara içiyoruz ve rahatsız olmamıza rağmen bırakamıyoruzi, peki ya neden bırakamıyorsun diye sorduğumuzda alışkanlık, dudak alışkanlığı, tiryakiyim ben ve kardeşim ben bu zıkkımı severek içiyorum gerekiyorsa 10 yıl erken ölürüm diyebiliyoruz. Bir sigara için ölümü bile göze alabilirken bu kadar kolayca; bir derdi aşmayı göze alamıyoruz. Sevdiklerimize sabır göstermeye bile tenezzül edemezken, en ufak bir çıkar çatışmasında ömürlük dostlarımızı bile bir kalemde silip atabilen bir yaşam formuyuz bizler...
Bütün bu içsel ve dışsal sebepleri nasıl aşabiliriz ki! İlla dünya derdini veya bütün problemleri aşabilmek için bir Mevlana, bir Hayyam, bir Şems mi olmak gerekli; bütün dünyadan uzaklaşıp sadece kendinileri maneviyata mı adayarak aşabiliriz? Sizlere soruyorum! Bana kalırsa onların işi bizlerden daha kolaydı, sadece ilk başta kendilerini kapatırken dergâha zorlandılar ama ondan sonra dünya adına yiyecek ve içecek dışında dünyalık bir durumları yoktu ki; varsa yoksa Allah ve İnançları ayrıca felsefeleri, mistik akımları... Herşeye rağmen, bizler daha zor bir konumdayız çünkü dünyanın getirdikleri karşısında: dünyanın içinde olmadan edilgen değil etken olmadan yaşamak, karnımızı doyurmak, sevdiklerimize ulaşmak gerçekten zor... Fakat zor diye de yapılamaz imkansız anlamı da vermez ya, topluluklar içerisinde insanın kendi dünyasına bir anda uçabilmesi, kendini sorgulaması ve dertlerini çözebilmesi bu kadar zor olamaz; zor olsa bile bunun insana verdiği haz bence o kişilerinkinden daha fazla olacaktır, buna tüm kalbimle inanıyorum. Ve inanıyorum ki; insanoğlu bunları yapabildiğinde ne derdi kalacaktır ne de tasası...
1 Ocak 2011 Cumartesi
Son Veda
Bizim mezhebimizde aşk; Sadece insanın içerisinde yaşadığı kadar dışarıdan da yaşanmalıdır… çünkü bize göre aşk sakınabilecek, gizlenebilecek bir şey değildir.
Zaten insan ne kadar saklamaya çalışsa da; gözleri herkese,hiç vakit kaybetmeden söyleyecektir. Özellikle de sevgiliyi andığımız anda, şimşekler çakacaktır gözlerimizin derinlerinde… Hal, durum böyleyken sevgimizi kimseden saklayamazken, neden sevgiliden de saklamaya çalışalım. Öyle dedik ya, gerektiği gibi severiz ve söyleriz. Hatta yeri geldiğinde kızarız, kıskanırız, kavgamızı da ederiz ama her şeyi hakkınca yaparız… en sonunda baktık olmuyorsa da; olması gerektiği şekilde de vedamızı ederiz ve anılarımızla beraber çeker gideriz. Daha da önemlisi sıra gitmeye gelmeden önce elimizden geleni yaparız ki yapmalıyız da… sonuçta ilişki bu; herhangi bir video oyun değil ki! İlk önce kapıyı aralarız, belki hala bir çözüm yolu vardır, eski mutluluğumuza kavuşmak için belki bir nedenimiz olur diye… Eğer en sonunda da olmuyorsa, artık elimizden gelen tek bir şey kalmıştır: son vedanın adını koyup ve çekip gitmek…
A.Ahmet Apalı
Mahkum Olduk
Hayatta bazen büyük bir hata olur,kendin yapmamışsındır onu.Çözmek istersin, başetmek istersin hatta o kadar çok istersin ki,ama nafile.En sonunda sende dayanamazsın teslimiyetini kendi elinle verirsin o hata ya!Sende artık bir kurbanısın onun,bileklerini kesmiştir; kullanamazsın ellerini,gözlerinin ferini almıştır; göremezsin,nereye gideceğini ne yapacağını bilemezsin.Artık mahkumsun sen,çıkamazsın bu mezardan!
A.Ahmet Apalı
A.Ahmet Apalı
İnanmıştım O An!
inanmıştım o an, gözlerin gözlerime değdiğinde...
benim olduğuna, benim ile olduğuna...
aşk bu ya koştum durdum, durmadan çaldım kapını,
istedim ki gidelim bu diyarlardan, gül bahçelerine...
sense kapıyı açmadın,
mektuplara bakmadın bile olsun dedim kalbimiz bir ise hisseder gelir,
bekledim yine yalancı çıkardın beni, beni görmezden geldin...
bekliyorum yine seni, bekleyeceğim de...
amma lakin bu sefer pek uzun değil...
bu son şans ikimize, yoksa...
yoksa gideceğim buralardan;
gözlerimi gözlerinden alıp da....
A.Ahmet Apalı
benim olduğuna, benim ile olduğuna...
aşk bu ya koştum durdum, durmadan çaldım kapını,
istedim ki gidelim bu diyarlardan, gül bahçelerine...
sense kapıyı açmadın,
mektuplara bakmadın bile olsun dedim kalbimiz bir ise hisseder gelir,
bekledim yine yalancı çıkardın beni, beni görmezden geldin...
bekliyorum yine seni, bekleyeceğim de...
amma lakin bu sefer pek uzun değil...
bu son şans ikimize, yoksa...
yoksa gideceğim buralardan;
gözlerimi gözlerinden alıp da....
A.Ahmet Apalı
Canım, Canımın içi...
Sonunu gördüğün yola neden girersin be kardeşim!!!... Biliyordun işte daha iki adım boyu yol gitmeden canının yanacağını, sende itiraf artık kendine; biliyordun işte! Neden bildiğin halde canını yakıyorsun, neden üzüyorsun kendini boş yere, anlayamıyorum seni, bu yaptığın ahmaklık mı, saçmalık mı, mazoşistlik mi ne? Bir cevap bekliyorum senden, Hadi bir şeyler söyle, n'olur durma öyle sadece bir şeyler söyle, söyle ki sana kızayım, bağırayım çağırayım, haykırayım yüzüne karşı. Haydi durma öyle! Artık eskisi gibi ne güçlüsün ne de sağlamsın, bunu görebiliyorum artık; güçlü olucam en azından güçlü görünücem diye susma, konuş; yalvarıyorum sana... Hadi güzel kardeşim, Canımın içi, hadi güzel ve yalnız kalbim...
A.Ahmet Apalı
A.Ahmet Apalı
Kanıtsız
Öylesine sevmiştim ki seni,
Kelimelerle ifade edilemez,
Gösterilemez bir sevgiydi,
Ki gösteremedim de sana,
Nasıl bir sevgiydi bu böyle
Sözlere dökülemedi, şarkı gibi
Uyak tutturulamadı, şiir gibi
Anlatamadım sevgimi sana
O kadar çok sevdim ki seni
Çabalamadım kanıtlamaya
İstedim ki, sadece istedim ki
Bakışlarımda görmeni, aşkımı…
A.Ahmet Apalı
Kelimelerle ifade edilemez,
Gösterilemez bir sevgiydi,
Ki gösteremedim de sana,
Nasıl bir sevgiydi bu böyle
Sözlere dökülemedi, şarkı gibi
Uyak tutturulamadı, şiir gibi
Anlatamadım sevgimi sana
O kadar çok sevdim ki seni
Çabalamadım kanıtlamaya
İstedim ki, sadece istedim ki
Bakışlarımda görmeni, aşkımı…
A.Ahmet Apalı
Ne Garip...
Ne garip şu insanoğlu! Her an farklı şeyler, duygular yaşamaya ne kadar da açığız böyle… An geliyor dünyanın en mutlu insanı; ve o an gittiğinde de dünyanın en mutsuzu… Belki de bugün varız ama yarın olmama ihtimalimizi bildiğimiz için böyleyiz. An geliyor bir çift bakış kalbimizi öyle derinden etkiliyor ki; unutturuyor geride kalan her şeyi; boş veriyoruz o bakışlar dışındakileri. “Yarın, kıyamet kopacak, öleceksin denildiğinde bile” o bir çift kapkara göz bebeklerini düşünmekten: “Efendim, bir şey mi söyledin” diye tepki verebiliyoruz. Her şeyimiz o kömür gözler olduktan sonra da; vazgeçtikten sonra da; tüm dünyayı yani beklerken göz kırpmasını, bir anda dünyamız yerle bir oluveriyor. Aslında hiçte istediğimiz gibi gitmiyormuş meğerse. Meğersem, o sizin düşlediğiniz gibilerden değilmiş, sadece boş bir bakış! İlk başlarda; gösteremezsiniz can evinizin temellerinde olan bu depremi, kendinize bile! Hani susmak “Altın”dır ya, susarsınız; sessizliğin derine doğru yolculuğa ama bu suskunluğunuz beş para etmeyecektir yine de. Ve son olarak kendi zehrinizi yine kendi içinize akıtacaksınız sessiz ve sakince… zor da olsa aradan zaman geçmeye başlayacaktır; an, saniye, dakika ve günler… Geçen bu zaman sizi sessiz ama bir o kadar da yıpratıcı sorularını size hiç acımadan getirip kapınızın önüne bırakacaktır ve siz de aynı zamanla onlara göğüs germeyi öğreneceksiniz ve bunu başaracaksınız da! Hepsinden acısı da; bir gün geriye dönüp baktığınızda: can evinizin sahibi o iki kapkara gözler, artık size hiçbir şey ifade etmiyordur. Demiştik ya, insanoğlu; her an farklı her an değişik!!!...
A.Ahmet Apalı
A.Ahmet Apalı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)